Benim Adım Kırmızı

bak

Romanda anlatılanlar kadar, kullanılan dil ve üslup da keyif verdiÄŸi için Türkiye’deyken anlatımından zevk alabileceÄŸim Türkçe bir roman arayışına giriÅŸtim. Masumiyet Müzesi‘nden çokça memnun kaldığım için havaalanından Orhan Pamuk’un “Benim Adım Kırmızı” kitabını alarak ayrıldım.

Ä°nsanların kitapları ilk satırlarını okuyarak satın almaya karar verdiÄŸine olan inancından mıdır bilinmez, Orhan Pamuk’un giriÅŸ cümlelerine özel bir dikkat gösterdiÄŸini düşünürüm. Benim Adım Kırmızı da, “Åžimdi bir ölüyüm ben, bir ceset, bir kuyunun dibinde.” cümlesiyle baÅŸlıyor. Detaylı tasvirler ve uzun anlatımlar barındıran 500 sayfalık bu kitap kolay okunuyor diyemem ama hikayedeki merak öğesi insanın heyecanını korumaya yetiyor ve hızlıca bitirilmesine yardımcı oluyor.

Mabel Matiz’in “Sultan Süleyman” ÅŸarkısı eÅŸliÄŸinde okuduÄŸum bu tarihi polisiye romanda ilk dikkatimi çeken kullanılan anlatım tekniÄŸi oldu. Her bölüm baÅŸka bir karakterin aÄŸzından anlatılıyor, bazen iki karakter arasında yaÅŸanan olay arka arkaya ikisinin gözünden de gösteriliyor. Bununla yetinmeyen Orhan Pamuk, bir atı, aÄŸacı, parayı, kırmızı rengini, ölümü veya ÅŸeytanı da kitabında konuÅŸturuyor. Romanında bu anlatım tekniÄŸini kullanmasını Orhan Pamuk’un fark yaratmak istemesi, belki de bir romancı olarak kendisine bir zorluk yaratarak meydan okuması olarak düşündüm. Orhan Pamuk’un muazzam hayal gücünü ve romantik bakış açısını bir kenara bırakırsak, en sevdiÄŸim özelliÄŸi kitaplarını kurgularken bir mühendis yaklaşımı sergilemesi, hiçbirÅŸeyin tesadüf olmaması: “Sanata deÄŸil, matematiÄŸe, zeka oyunlarına deÄŸer veren kalabalık bir mühendis ailesinde yetiÅŸtim…Mimarlık kitaplarını okuyarak (mimarlık eÄŸitimi aldığım için, zevkle yaptığım birÅŸey), ocağın, kuyunun yerini, ikinci katın planını, odaların evin içinde yerleÅŸimini de zevkle hayal ettim ve Åžeküre’nin babası ve çocuklarıyla yaÅŸadığı evin planını daha romanın başındayken dikkatle çizdim.. Tarihi romanda birinci tekil ÅŸahıs doÄŸrudan bir gerçeklik duygusu vererek, romancının okurda yaratmak istediÄŸi “orada,o mekanda, o günde” olduÄŸu yanılsamasına yardım eder” diyerek açıklıyor bu seçimini…

4 yıl boyunca araÅŸtırma yaparak yazdığı bu roman da diÄŸerleri gibi yazarın hayatından izler taşıyor. Åžeküre aynı zamanda annesinin adı, Åžeküre’nin oÄŸullarının Orhan ve Åževket olması da tesadüf deÄŸil, çünkü Orhan Pamuk’un kardeÅŸi Åževket Pamuk. “Babasız geçen aile hayatımızın mahrem ayrıntılarını romanıma olduÄŸu gibi taşıdım. Sık sık ortalıktan yok olan babam, romanda olduÄŸu gibi Ä°ranlılarla savaÅŸa deÄŸil, Paris’e egzistansiyalist kahvelerine ÅŸiir yazmaya gider, bizler de hep onun dönüşünü beklerdik.” diyor. Bu yüzden annesi Åžeküre’nin aÄŸzından anlatılan son bölüm, “Her zaman asabi, huysuz ve mutsuzdur ve sevmediklerine haksızlık etmekten hiç korkmaz. Bu yüzden Kara’yı olduÄŸundan ÅŸaÅŸkın, hayatlarımızı olduÄŸundan zor, Åževket’i kötü ve beni olduÄŸumdan güzel ve edepsiz anlatmışsa sakın inanmayın Orhan’a. Çünkü hikayesi güzel olsun da inanalım diye kıvırmayacağı yalan yoktur.” diye bitiyor.

1591 yılında Ä°stanbul’da karlı kış günlerinde geçen kitabın geneline masalsı bir hava hakim. Kitabın en sevdiÄŸim kısmı Elif, Be, Cim diye Leylek, Zeytin ve Kelebek lakaplı karakterler tarafından anlatılan, nakkaÅŸlık üzerine masallar oldu. Orhan Pamuk’un romanlarındaki kadın-erkek iliÅŸkilerinin takıntılı aÅŸklar, yıllar süren bekleyiÅŸler içermesi, karakterlerin birkaç kiÅŸi arasında gelgitler yaÅŸaması “mutlu aÅŸk yoktur” dedirtiyor. Osmanlı Ä°mparatorluÄŸunun duraklama döneminde geçen öykü, Batı’da Frenk ressamların perspektif tekniÄŸi ile herhangi bir mana veya hikayeden yoksun olarak yaptıkları resimler ile DoÄŸu’lu nakkaÅŸların bu deÄŸiÅŸimden dolayı yaÅŸadıkları iç çatışmalarını yansıtıyor. İslamiyet inancına göre üslubu küçümseyen, bir nakkaşın üslup sahibi olmasını veya imza atmasını yadsıyan bakış açısını anlatıyor. Uzun yıllar çıraklık gerektiren, hüner, özveri isteyen, mistik bir yönü olan nakkaÅŸlık ile ilgili insanda saygı uyandıran bu kitabı, kendi mesleÄŸimle parallellikler bulduÄŸum için mi bu kadar sevdim acaba?

Kitaptan sevdiğim alıntılar şöyle:

  • “Minareli birinci hikaye, nakkaşın hüneri ne olursa olsun kusursuz resmi yapanın zaman olduÄŸunu gösterir. Haremli, kitaplı ikinci hikaye, zamanın dışına çıkmanın tek yolunun nakış ve hüner olduÄŸunu gösterir.”
  • “NakkaÅŸları teÅŸhis etmek için kullanılan bu usul “nedime usulü” diye bilinir. Ä°ÅŸin püf noktası, resmin kalbinde yer almayan, önemsenmeyen ve hızla çizilen ve hep tekrarlanan ayrıntılar bulmaktır.”
  • “NakÅŸetmek hatırlamaktır… Bir zamanlar Allah dünyayı en eÅŸÅŸiz haliyle görmüş ve gördüğü ÅŸeyin güzelliÄŸine inanarak onu kullarına bırakmıştı. Biz nakkaÅŸların ve nakşı severek ona bakanların iÅŸi, Allah’ın görüp de bizlere bıraktığı bu harika manzarayı hatırlamaktı. Her kuÅŸak nakkaşın en büyük ustaları, bütün hayatlarını koyup gözlerini kör edene kadar çalışarak, bir büyük gayret ve ilham ile Allah’ın görün dediÄŸi bu harika hayale ulaÅŸmaya, onu nakÅŸetmeye çalışıyorlardı… Birbirlerinin eserlerini hiç görmemelerine ve üstelik aralarında yüzlerce yıl olmasına raÄŸmen, eski üstatların bir aÄŸacı, bir kuÅŸu, hamamda yıkananan bir ÅŸehzadeyle kederli bir genç kızın pencerede duruÅŸunu, zaman zaman, bir mucize gibi birbirleriyle tıpatıp aynı çizmelerinin nedeni buydu.”
  • “Eski üstatlar bütün hayatlarını verdikleri hünerlerini, renklerini ve usullerini deÄŸiÅŸtirmeyi büyük vicdan meselesi yaparlardı. Åžimdikiler gibi alemi bir gün DoÄŸu’daki ÅŸahın, öteki gün Batı’daki hükümdarın gör dediÄŸi gibi görmeyi ÅŸerefsizlik sayarlardı.”
  • “EniÅŸten yüzünden, her birini çocuÄŸumdan daha çok aÅŸkla sevdiÄŸim, yirmi beÅŸ yıl üzerlerine titreyerek yetiÅŸtirdiÄŸim usta nakkaÅŸlarım da bana ve bizim bütün nakış gelenklerimize ihanet ettiler ve PadiÅŸahımız artık böyle istiyor diye Frenk üstatlarını hevesle taklide baÅŸladılar. Bizler, nakkaÅŸ milleti, önce bize iÅŸ veren PadiÅŸahımızın deÄŸil, hünerimiz ve sanatımızın kulu olursak Cennet’i hak ederiz.”
  • “Bir yaÅŸtan sonra, Behzat ile aynı rahleye otursa da nakkaÅŸ gördükleri yalnızca gözünü ÅŸenlendirir, ruhuna huzur ve heyecan verir, ama hünerini zenginleÅŸtirmez. Çünkü nakış gözle deÄŸil, elle yapılır ve el, deÄŸil Ãœstat Osman’ın yaşında, benim yaşımda bile çok zor öğrenir artık.”
  • “Kusurlarımı söyle. Hünerine raÄŸmen nakış aÅŸkı için deÄŸil, göze girmek için nakÅŸettiÄŸini söyledi. NakÅŸederken seni en sevindiren ÅŸey, resme bakanların alacağı zevki hayal etmekmiÅŸ. Oysa nakÅŸetmenin kendi zevki için nakÅŸedebilmeliymiÅŸsin.”
  • “Nakkaşın hüneri, hem ÅŸimdiki anın güzelliÄŸine pürdikkat kesilip her ÅŸeyi bütün ayrıntılarıyla ciddiye almaya, hem de kendini fazlasıyla ciddiye alan bu alemle araya, bir adım geri çekilip bir aynaya bakar gibi, bir ÅŸakanın mesafe ve marifetini koymaya dayanır.”

Her roman ile Orhan Pamuk’u daha yakından tanırken, ona olan hayranlığım da ister istemez artıyor. Masalsı anlatımıyla insanı baÅŸka bir zamana ve mekana götüren yazar, arka planda dönemin sorunlarını ve Ä°slam sanatının felsefesini anlatıyor. Bu kitabı okumanızı ÅŸiddetle tavsiye ediyorum.

May 14, 2014



sarp centel

Sarp is a software developer. He writes about technology, books and software.
social web
linkedin
twitter
instagram
facebook
microblog