CZosZQAWcAEa58q

Internette gördüğüm kadarıyla Orhan Pamuk’un “Kırmızı Saçlı Kadın"ını okuyanların görüşlerini iki grupta toplayabilirim:

  1. Orhan Pamuk’un Nobel ödülünü aldıktan sonra en güzel eserlerini yazdığına inanan ve yeni eserlerini kolay okunabildiği ve sade dili için seven kitle
  2. Orhan Pamuk’un “Beyaz Kale”, “Kara Kitap” ya da “Benim Adım Kırmızı"daki derinliği bulamayıp hayal kırıklığına uğrayanlar, kitabın aceleye geldiğini düşünenler

Ben ikinci kesime dahilim. Orhan Pamuk’un 14 ay yerine 5-10 yıl emek harcayarak yazdığı, tarihi altyapısı zengin, daha karmaşık ve derin kitapları daha çok hoşuma gidiyor.

Kitapları hayal kurmak ve hissetmek için okuyorum. Bu kitap bende hüzün, melankoli, eskiye özlem gibi duygular uyandırdı. Yazarın 30 yıl önceki gönül macerasını hatırlaması, Öngören’in hızla şehirleşmesi ve tanınamayacak hale gelmesi, eski hatıraların yaşandığı mekanların ortadan kalkması, günümüzde varolmayan kuyuculuk mesleğini ele alması, bana kendi gençliğime dair özlem duyduğum şeyleri hatırlattı ve beni hüzünlendirdi.

Çırağın ustası ile beraber kuyu kazmasını, büyük belirsizlikler içerisinde suya ulaşma çabasını ben de iş hayatında yaptığım mühendislik projelerine benzettim. Haruki Murakami’nin de romanlarında yer alan kuyu kavramının yazarlar tarafından sıkça kullanılması dikkatimi çekti.

Orhan Pamuk farklı roman tekniklerini denemeyi seven bir yazar. Benim Adım Kırmızı’da her bölüm farklı karakterin gözünden anlatılırken, bu kitapta da birkaç sayfalık kısa bölümler dikkat çekiyor ve kitabı kolay okunur kılıyor.

Pamuk’un, Sophokles’in Kral Oidipus’u ve Şehname’den Rüstem ile Sührab ile beslemeye çalıştığı kitabın altyapısı Benim Adım Kırmızı’yı andırıyor. Bunlar üzerinden baba - oğul ilişkisini işlese de, romanın kısalığı karakterleri derinleştirmesine olanak tanımamış. Kitabın adının “Kırmızı Saçlı Kadın” olması, fakat bunun bir aşk romanı değil, doğu-batı, modernleşme, baba-oğul ilişkisi gibi temaları işleyen bir kitap olması da biraz tezat yaratmış. Her şeyin okurun gözüne sokulması, kafalarda soru işareti bırakmaması da meraklı okuyucunun hoşuna gitmeyecektir.

Sonuçta, kolay okunan, hüzün ve melankoli uyandıran bir kitap, ama kesin okuyun diyemem. Masumiyet Müzesi ya da Benim Adım Kırmızı’dan daha çok keyif almıştım.