
40 yaşımda Nutuk’u okudum. Kitaptan dikkatimi çeken birkaç alıntı paylaşmak istiyorum.
Makro boyutta düşünme üzerine:
(Sakarya Meydan Savaşı sırasında) Savunma hatlarımız, kısım kısım kırılıyordu. Fakat, kırılan her kısmın yerine, en yakın bir yerde hemen yeni bir savunma hattı kuruluyordu. Savunma hattına çok ümit bağlamak ve onun kırılmasıyla, ordunun büyüklüğü ölçüsünde, çok gerilere çekilmek teorisini kırmak için, ülke savunmasını başka bir şekilde anlatmayı ve bu anlatımımda ısrar ederek şiddet göstermeyi yararlı ve etkili gördüm. Dedim ki: “Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. (Savunma hattı yoktur, savunma alanı vardır.) O alan, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça, bırakılamaz. Onun için küçük büyük her birlik, bulunduğu mezviden atılabilir. Fakat küçük büyük her birlik, ilk durabildiği noktada tekrar düşmana karşı cephe kurup savaşa devam eder. Yanındaki birliğin çekilmek zorunda olduğunu gören birlikler, ona bağlı olamaz. Bulunduğu mevzide sonuna kadar dayanmak ve direnmek zorundadır.”
Stratejik düşünme üzerine:
Ben, çok deneyimsiz komutanlar gördüm. Örneğin, bir alay komutanı yeni tümen komutanı olmuş veya bir tümen komutanı yeni kolordu komutanı olmuş; biraz da deneyimsiz! Henüz deneyim kazanmaya zaman bulamadan zor durumlarla karşılaşmış. Yaşam süresince tümene alışmışken, düşman karşısında iki veya üç tümene birden komuta etmek zorunda kalınca, kararsız kalması ve zorluğa düşmesi doğaldır. Bir tümene komuta ettiği zaman, mümkün olduğu kadar, bütün tümen birliklerini kontrolü altında birleştirmek ve yönetmek imkanına sahip olan bir deneyimsiz komutan, iki üç tümenin gözünden uzak mevzilerde savaşını yönetmek zorunda olduğu zaman, kendi kendine, ‘Ben hangi tümenin yanında bulunayım? Onun mu, bunun mu? Orada mı burada mı?’ diye sorar… Hayır! Ne orada bulunacaksın, ne burada! Öyle bir yerde bulunacaksın ki, hepsini yöneteceksin. O zaman ‘Ben hiçbirini gereği gibi göremem!’ der. Tabii göremezsin, elbette gözlerinle göremezsin! Akıl ve anlayış ile görmen gerekir.
Osmanlı saltanatının kaldırılması ile ilgili tartışmalar sırasında:
“Efendiler” dedim, “egemenlik ve saltanat, hiç kimse tarafından, hiç kimseye, bilim gereğidir diye, görüşmeyle, tartışmayla verilmez. Egemenlik, saltanat, kuvvetle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk ulusunun egemenlik ve saltanatına el koymuşlardı. Bu zorbalıklarını altı yüzyıl sürdürmüşlerdi. Şimdi de Türk ulusu bu saldırganların hadlerini bildirerek, egemenlik ve saltanatını, ayaklanarak, kendi eline gerçekten almış bulunuyor. Bu bir oldubittidir. Söz konusu olan, ulusa saltanatını, egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız sorunu değildir. Sorun, zaten oldubitti haline gelmiş bir gerçeği ifadeden ibarettir. Bu, kesinlikle olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes sorunu doğal karşılarsa, fikrimce uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek, yöntemine uygun olarak ifade olacaktır. Fakat, ihtimal bazı kafalar kesilecektir.”
